EN

Gıda iletişiminde mitler ve gerçekler: Ne yediğimiz kadar, neye inandığımıza da dikkat etmeliyiz

Yazıyı Linkedin'de görüntülemek ve haftalık yayınlanan bültenimize abone olmak için tıklayın.

İletişim işinin en zorlu, en mayınlı alt disiplinlerinden biridir gıda iletişimi. Bunun ana sebebi, gıdanın ‘doğası gereği’ istisnasız herkes için önemli, dolayısıyla herkesi ilgilendiriyor olmasıdır kuşkusuz ancak mesele bununla sınırlı değil. Gıda endüstrisi aynı zamanda, hakkında en çok söylenti ve komplo teorisi üretilen, içi boş pek çok iddianın fütursuzca dile getirildiği ve bu yalan yanlış bilgilerin yayılmasının neredeyse hiçbir maliyetinin olmadığı, aksine ciddi bir popülarite sağladığı bir alandır. Bu yalan rüzgârı içinde sıradan insanlara ve kanaat önderlerine gerçekleri anlatmak ise, dünyanın en zor işlerinden biridir.

Bu zor şartlar altında iletişim yapmanın ne kadar ‘imkansız’ bir görev olduğunu göstermek için, çoğu insana veya insanların çoğuna inanılmaz gelecek, basit ama çarpıcı bir örnek vermek yeterli.

Bilindiği gi̇bi̇ Türkiye kamuoyunda, gıda konusuyla alakalı olarak en çok dolaşıma sokulan, en çok endişe yaratan ve dolayısıyla en hızlı yayılan iddiaların başında, GDO’lu tohumlar meselesi yer alıyor. Bu aslında dünyada yürüyen tartışmalara paralel seyreden bir mesele ancak gerçekler dillerde dolaşan efsanelerden epey farklı. Pek çok insana çok ‘şaşırtıcı’ gelecek yalın gerçek ise şu: 2010 yılında çıkarılan 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanununa göre Türkiye’de genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvan üretimi tamamen yasaktır.

Söz konusu yasak, yalnızca üretimle sınırlı değil üstelik. Bu alandaki her türlü ticaret de, yani ithalat da yasaklanmış durumdadır. Yasağın ardındaki ana gerekçe ise, kanunun adından da açıkça anlaşılacağı üzere, Anadolu’nun zengin biyoçeşitliliğini yayılmacı GDO’lu türlere karşı korumaktır.

Bu yasak çerçevesinde gıda şirketlerine öyle sıkı kontroller ve yaptırımlar uygulanıyor ki, özellikle hammadde ithal eden şirketler dışarıdan alıp getirdikleri ürünlerin içine herhangi bir yanlışlık neticesinde eser miktarda bile olsa GDO’lu ürün karışmaması için yüksek hassasiyetli prosedürler uyguluyorlar, tam anlamıyla kılı kırk yarıyorlar.
Gerçek durum bu olduğu halde siz ne kadar gayret gösterirseniz gösterin, hakikati ne kadar anlatırsanız anlatın, konuyla yakından ilgilenen ve dolayısıyla meselenin künhüne vakıf dar bir uzman çevresinin ötesine geçemiyorsunuz, kitleyi ve kanaat önderlerini ikna edemiyorsunuz, gerçek sanılan efsanelerin hakimiyetini kıramıyorsunuz.

Ancak bu, bütün bu ahval ve şerait içinde dahi terk edilecek bir mücadele değildir. Biz iletişimcilerin ve gıda markalarının gerçekleri yorulmadan anlatmak, yalan yanlışlarla sürekli savaşmak dışında bir seçeneği yoktur.

Şunları aklımızdan çıkarmamalıyız ve bunlar bize cesaret vermeli: En olumsuz koşullar altında bile, galat-ı meşhurun dışında bir şeyler işitmek isteyen kulaklar hep vardır ve olacaktır. İnsanlar herhangi bir meseleyle ilgili bilgi arayışına çıktığında yalnızca cezbedici ve ayartıcı yalanlarla değil, yalın gerçeklerle de karşılaşmalıdır. Ve hayat bazen gerçekleri anlatmak için öyle fırsatlar sunar ki, o fırsatlar gelip çattığında hazırlıksız yakalanmamak gerekir.

Bu yazıda da, birkaç maddeyle de olsa, biraz gerçeklerden söz edelim. Gıda konusunda hakikat arayışına girebileceklerin zihnine, onları sonunda doğrulara ulaştırabilecek birkaç ‘şüphe tohumu’ bırakmaya çalışalım.

1) Yoğun/endüstriyel tarım bir çağ gerçeğidir

Dünya nüfusunun 8 milyarı bulduğu, bu nüfusun yarısından çok daha fazlasının kentlerde yaşadığı ve dolayısıyla tarımsal üretim dışına çıktığı koşullar içinde yoğun/endüstriyel tarım bir tercih değil, zorunluluktur. Bu temel çağ gerçeğini göz ardı eden her bakış açısı, geniş kesimlerin gıda güvenliğini de göz ardı ediyordur.

2) Daha büyük karbon ayak izi

Bu çağ gerçeğinin bir de öteki yüzü var: Endüstriyel tarımın karşısına alternatif olarak dikilen ‘organik tarımın’, dünyanın gittikçe artan nüfusunun devasa gıda talebini karşılaması ‘doğal olarak’ imkansızdır. Çünkü bu tarım tipinin birim başına verimliliği, yoğun/endüstriyel  tarımın çok ama çok gerisinde, sebep olduğu potansiyel karbon salınımı ise endüstriyel tarımın fersah fersah ötesindedir. Başka bir deyişle, mevcut dünya nüfusunun ‘organik tarım’la beslendiği ‘hayali’ bir dünya, bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş çapta büyük çevre felaketleri göze alındığında bile mümkün değildir.

3) Organik tarım ne kadar organik?

Diğer taraftan, bugün dünyada ‘organik tarım’ etiketi altında yürütülen tarımsal faaliyetlerin ne kadar ‘organik’ olduğu da epeydir büyük şüphelerle sorgulanıyor. Her şeyden önce, bu tip tarımda da çeşitli koruyucu kimyasallar kullanılıyor, çünkü bitkiyi ve ürünü muhafaza etmenin daha işlevsel ve efektif bir yolu yok. İkincisi, organik tarımla elde edilen ürünlerin daha besleyici olduğu da bir efsaneden ibarettir. Bu iddiayı kanıtlayan herhangi bir bilimsel çalışma olmadığı gi̇bi̇, aksi yöndeki iddiaları destekleyen, yani endüstriyel tarım ürünlerinin besleyicilik ve koruyuculuk değerinin daha yüksek olduğunu gösteren bilimsel araştırmalar mevcuttur (İlgili bakanlıklarca akredite edilmiş laboratuvarlar bunu her türlü ürün için sürekli yapmakta ve yayınlamaktadır.)  Üçüncüsü, organik tarım endüstriyel tarımın en büyük rekabet avantajlarından biri olan denetleme mekanizmalarının da çoğu zaman dışında kalmaktadır. Nihayet organik tarım, sanıldığı kadar küçük ölçekte yürütülen bir faaliyet değildir. Aksine, alternatif olarak sunulduğu endüstriyel tarım kadar olmasa da, belirli bir düzeyde ‘yoğun/endüstriyel’ olmak durumundadır. Ve ironiktir, organik tarım ürünlerine yönelik ilginin artması, bu tarz üretimin gittikçe daha çok endüstrileşmesi dışında bir seçenek de bırakmamaktadır.  Dolayısıyla organik etiketiyle ürün satın alırken bahçeden/ahırdan geldiğini hayal edenler, karşılarına devasa bir sistem çıktığında şaşırmamalı. Bir de iyi niyetle çıkılan bu arayışta, merdiven altı istismarcıların varlığını da unutmamak gerekir.

4) Endüstriyel üreti̇m ve standardizasyon

Gıda üretimi ile ilgili tartışmalar tarlada bitmiyor, fabrikadan market raflarına kadar tüm aşamalarda karşımıza çıkıyor. Bu çerçevede en çok dile getirilen iddiaların temelinde ise, ürünleri daha hijyenik ve uzun ömürlü kılmaya yönelik standardizasyon işlemlerine yönelik şüpheler var. Sözgelimi insanlar çeşitli endüstriyel süreçler neticesinde gıdaların besleyicilik değerinin azaldığını düşünüyor. Kitlesel üreti̇m ve dağıtımın gereği olarak yapılan bu tür işlemler, besleyicilik konusunda sınırlı bir kayba yol açsa bile bu, beraberinde getirdiği hijyen ve uzun ömürlülüğün insanlığa sunduğu sağlıklı yaşam standardı dikkate alındığında, fazlasıyla telafi edilen bir kayıp. Emin olun, ‘doğal’ veya ‘organik’ gıda üretiminin ‘faziletlerini’ övmekle bitiremeyenler pastörizasyonun, UHT’nin, GHP ve HACCP uygulamalarının olmadığı bir dünyada yaşamak istemezlerdi.

Çeşitli mit ve yalanlarla epey ‘kontamine’ olmuş olsa da, iyi ve sağlıklı gıda tüketme konusunda kamuoyunda var olan güçlü hassasiyet, yine de çok değerli. İnsanların yiyip içtikleri, yani en temel ihtiyaçları konusunda kuşkucu davranmalarını anlayışla ve takdirle karşılamak gerekiyor.

Şirketlerin, markaların ve onlara hizmet veren biz iletişim profesyonellerinin de bu değerli hassasiyet konusunda aktif sorumluluk üstlenmeleri bir zorunluk. Ancak hem tek tek biz bireylerin, hem kanaat önderlerinin, hem de genel kamuoyunun, şüphe ve hassasiyetlerini doğru bilgi ile dengelemesi, başka bir deyişle ne yediğimiz kadar neye inandığımız konusunda da özen göstermesi, zorunluluktan da öte ‘hayati’ bir mecburiyet.

Son olarak konuyu değerlendirirken; tarımın daha ‘organik’ olduğunun iddia edildiği dönemlerdeki insan yaşam süresi ve kalitesiyle, her şeye ‘bir şeylerin katıldığı’ iddialarının had safhaya ulaştığı günümüzde insan yaşam kalitesi ve süresini gözden kaçırmamakta yarar var.

Şairin dediği gibi;

“Ey bu topraklarda özgürce yaşamak isteyen arkadaş
Dolduruşa gelme”

Lorbi PR Altunizade Mah. Nuhkuyusu Cad., Güllübahçe Sok. Özeller İş Merkezi, No: 17/7 Kat: 3 Üsküdar / İstanbul Lorbi PR
  • Facebook
  • Twitter
  • Flickr
  • Youtube
  • Instagram
  • Linkedin
Lorbi PR
Tel. 0216 343 4546 info@lorbi.com
IDA ICCO
Derinev Kurumsal İletişim Danışmanlığı